28 Aralık 2015 Pazartesi

İskele (Tefrika No: 2) - Yasin Fişne

(Karanfil Fanzin'in 17. sayısında yayınlanmıştır.)

*Karanfil Fanzin’in 16. sayısında tefrika edilen İskele başlıklı öykünün devamıdır.

Sokak lambalarına bakmama gerek kalmadan tipi kendini hissettiriyor. Kamyonlar trafiği esir almış vaziyette lakin trafik lambaları hala kendine yakışan rengi bulamamış. Kamyonlar timsali pek az bulunan bir gürültü çıkarıyor. Çayı da alıp hemen eve gitmek istiyorum. Duyduğum uluma kavlinden ses beni göl tarafına yönlendiriyor. Adından söz ettiren kamyonlar tarafından temizlenmiş caddelerden geçerek, göle ulaşmak için beyaza bürünmüş son ara sokağa ulaşıyorum. Sonunda hedefe vardım diye seviniyorum. Kar hafif atıştırıyor artık. Sahil kumdan değil taşlardan oluşuyor. Sahile paralel bir şekilde yerleştirilen banklardan birine oturuyorum. Göl bütün ihtişamıyla karşımda duruyor. Belediyenin hala iskeleyi tamir ettirmemesi kafama takılıyor. Otuz yıllık iskeleye asılan uyarı levhaları bile sökülmüş. Kaldırım  sökmekten zamanları kalmıyordur diye içimden geçiriyorum. Yerden aldığımı taşı göle fırlatıyorum. Bunu birkaç kez tekrarladıktan sonra elime aldığım son taşın soğukluğunu hissediyorum öyle ki parmaklarımdan boynuma kadar olan bölge uyuşuyor. Ayakta kalmayı sürdüremeyeceğimi anlayıp banka oturuyorum. Taşın hala elimde olmasından uyuşukluk sürüyor. Uyuşukluk benim kadar inatçı çıkmıyor birkaç bilek hareketinden sonra hemen geçiveriyor. Büyük bir iskelenin gölgesi eksik bu gölde babasını hiç tanımamış çocuklar gibi. Hüzünlü bir o kadarda mağrur. Yırtık levhalara aldırmadan çökmeye yüz tutan iskelenin yolunu tutuyorum. İyileştirme amacıyla tahtalara sarılan bez parçalarını fark ediyorum. Karanlıktan rengini  seçemediğim bu bezler olmasa iskelenin ayakta durması pek mümkün değil gibi görünüyor. Üzerine bir kitap kalınlığında kar birikmiş merdivenlerden iskeleye çıkıyorum. Çatısının da pek sağlam olduğunu sanmıyorum ana nedensizce uzun koridorun sonuna doğru yürüyorum. Elimdeki taşın soğukluğu ayaklarımı uyuşturuyor bu kez. Su çeken ayakkabımda cabası. Soğukluğundan hiç bir şey kaybetmeyen bu taş bana insanları hatırlatıyor. Günümüz insanını. Taşı göle fırlatmak için kolumu geriyorum. Buna mecalim olmadığını anlayınca gölü izlemeye koyuluyorum. Kar sahilde yaşayan evsiz sürüngenlerin işini zora sokmuş olmalı. Hiç bir mahlukun sesi çıkmıyor. Zifiri sessizlik hakim. Artık korna sesleri de kaybolmuş ya da kulaklarımın son kullanma tarihi gelmişte geçiyor bile. Saf beyaz ve saf kara gözümü alıyor, yo Beşiktaş’ı değil zıtlığı anımsatıyor bana ve savaşı. Elimden bırakmadığım taşı bir kez daha fırlatmaya çalışıyorum. Bütün kuvvetimi buna vermiş olmalıyım. Bu kez başarıyorum. Az önce sütliman olan göl şimdi taşın etkisiyle dalgalanıyor. Kısa süreli bir sevinç alıyor içimi. Arkamı dönüp yürüyorum. İskelenin çatırtıları beni korkutamıyor. Sonunda merdivenden tekrar sahile iniyorum. Az önce oturduğum bankı fazladan olan çivisinden tanıyorum. On dakika kadar oturup evin yolunu tutuyorum. Yeni hayaller kurmanın vakti gelmiş kadife hayaller, kadife insanlarla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.