11 Mayıs 2016 Çarşamba

Cemiyetin Rahminde Bir Doğum Sancısı - Yasin Fişne

(Karanfil Fanzin'in 19. sayısında yayınlanmıştır.)

Hümanizm Batı’nın tilki kulaklı kelimelerinden birisidir. 19. Yüzyılın başlarında duyulmaya başlanan bu kelimenin kökü Fransız İhtilaline hatta Konfüçyüs'e kadar dayanıyor. Ortaya çıkışı ise muharref hristiyanlık inancının hakim olduğu Avrupa’da, ırk, mezhep, ve sosyal sınıf kavgalarıyladır. Amacı insan faydacılığı olan bu öğreti insani merkeziyete dayanır yani Tanrı-merkezciliği reddeder. Batı’nın benimsediği kardeşlik felsefesine denir. Metafiziksel pencereyi kapatır ve bütün perdeleri çeker. Fakat “Gerçek kardeşlik, insanı ‘fayda’, ‘çıkar’, düşüncesinin üstüne çıkaran kardeşliktir.” diyor üstad. Irk, mezhep, sosyal statü gibi kavramların kardeşlik dairesinde yeri yoktur. ”Asıl kardeşlik inanç ve düşünce anlayış birliğinden doğan kardeşliktir.” Bunu sağlayan topluluklar geçmişten günümüze hep başarı örnekleri sergilemişlerdir. Kardeşliğin en büyük örneği ise Peygamber (s.a.v) tarafından kardeş ilan edilen ensar ve muhacirlerdir şüphesiz. ”Müminler ancak kardeştir.” müjdesine karşılık, kabileciliğin yaygın olduğu cahiliye devrinde yaşayan insanların bazıları kutlu çağrıya uymuş bazıları ise gaflete daha çok bulanmıştır. Kardeşlik uluslar arası sözleşmelerin ötesinde ve sınır kapılarını kaldıran bir bağdır. Yirmi yedi boğum bir halattan daha kuvvetli ve bunun hikmeti taşıdığımız kanda değildir. Metafiziksel pencerenin silikonudur kardeşlik.

Hümanizmanın ortaya çıkışında önemli rol oynayan Ortaçağda yaşayan insanlarda da cahiliye devrinde ismi kabilecilik olan o irinli düşünce hakimdir. “Irk toplumuna ‘millet’ demeleri insanlık anlayışıyla bağdaştırılması mümkün olmayan bir inat düşüncesinden başka bir şey değildir.” Modern bir isim bulmuştur kendine; faşizm. Sadece ırk kavramıyla değil bir çok statüyle ilişkilidir. Ortaçağda giyotinleri bileyen bir etken olmuştur. Ortaçağa bataklık yakıştırmasının, yüzünde hiç geçmeyen bir yara gibi kalmasının sebeplerinden biridir. Halbuki Ortaçağ küfür ehli için batak İslam alemi ise gözleri kamaştıran bir ışık kaynağıdır. Bu ışığın farkına sonradan varan batı bilim ve sanatta gelişip sonrada bizi geride bırakmıştır. Bunu kendi öğretilerini İslam toplumlarına yayan izmler sayesinde gerçekleştirir. Şekil aynı kalır lakin öz yavaş yavaş parçalanır. Ve özün tamamen parçalanmasıyla şekilde kaybedilir. Batı’nın bilim ve sanatta gelişmesinden sonra ise materyalizm akımı doğmuştur. Materyalizm insanı eşyayla bir tutan yani maddeci bir yaklaşımdır. İnsanların gözlerini bağlayıp, kulaklarını tıkayıp, onların sadece dokunabildikleri objelere iman etmesini hedefler. Bu Sezai Karakoç’un deyimiyle bir pencereyi tuğlalarla örüp içerisini karanlığa hapsetmektir. Bu karanlığa hapsolanlar gökkuşağının renklerini bilemez elbet. Rasyonalizm de materyalizm gibi metafiziği reddeder. Böylece kardeşliği de reddetmiş olur. Rasyonalizm o meşhur Temel fıkrasındaki gibi ruh otoyolunda ters yöne girmiş ve öylece devam etmektedir. Ruh akla sığmaz. “Nasıl bilgisayarın gelişimine bakıp aklı ortadan kaldırmazsak, bu türlü bir tutum yanlış olursa, aynı şekilde, aklın gelişmesine güvenip ruhu ihmal edemeyiz.” Ruhu ihmal ederek akılla kurtuluşa ereceğini sananlar yapay çiçeğe su vermekten başka bir şey yapmıyorlar. Çiçek güzel fakat buz dağının görünen yüzüdür bu. Yapay çiçek görünüm olarak belki aslıyla aynıdır fakat hiçbir canlılık faaliyeti göstermez. Metafiziksel olarak da, ruhu pencereyi kapatmayan insan kapatan insandan üstündür.

Bu iğreti düşüncelere sahip izmlerin seline kapılan İslam devletleri yerle yeksan olmuştur. Azgın sular onları yıkmıştır. Fakat “İslam medeniyet ve milleti tüm benliği ile çıkartacak talihi tersine çevirecek ve Batı’nın ilk zafer raunduna bir rövanş cevabı olacaktır.” Sondaj toprağa vurularak petrol ve doğal gaz gibi değerli akaryakıtlar bulunur. Bizim içinse en müfit ve muhteşem sondaj bilinçaltımıza ve tarihimize vurularak gerçekleştireceğimiz ve bunun mükemmel sonucu olarak elde edeceğimiz diriliş ruhu ve bilincidir. Bu sondajın sonucunda, metafiziksel penceremize örülen tuğlaları kırmamız için gereken koca bir balyoz elde eder. Bu sondaj ile özümüze tekrar kavuşabilir ve öze bağlı kalarak şeklimizi tekrar inşa edebiliriz. “Umutsuzluk geleceği, umursamazlık geçmişi unutturur.” Bunun farkına varıp metafizik penceremizi sonuna kadar aralamanın yollarını aramalıyız. Gözümüzdeki bağı kesip atmalıyız. Şairin yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır dizesinde yola çıkarak hiçbir umutsuzluk ve karalama kampanyasına dalmamalıyız.

Metafiziksel Pencereden Bakış

“Öz ve şekil, pratikte birbirinden ayrılması zor, ayrı hakikatin iki yüzüdür.” İzmler her zaman öze karşıdır fakat öze olan inanç ve bağlılık şeklide elde tutmamıza yüklediği yükümlülüklerle bu pencereden bakabiliriz. “Kalbimiz İslam'ın kişi için tayin ettiği edimlerle mümin kalbi haline gelir.” Yani özün üzerimize yüklediği yükümlülüklerle bu pencereden bakabiliriz. Tabi ki burada bahsi geçen kalp uzuv olan kalp değildir. İmam-ı Gazali ”Kalp iki yolludur biri solumuzda bulunur ve vücudumuzdaki dolaşım işlevini gerçekleştirir diğeri ise sağımızda bulunur ve maneviyatı temsil eder.” der. Yani sağ tarafımız metafiziksel pencerenin çerçevesidir. Ancak “Oruçla, namazla hac ve zekatla, kalp, kalp olur.” Yani öz, gelişimini ancak bu şekilde tamamlar. Oruçta bu önemli edimlerden bir tanesidir. En az mahyalar kadar ışık saçar fizikötesi penceremizden içeri. ”Fizik karaltıların gönül ışığıyla silinişi(dir).” ”Namazla, duayla birleşince oruç, büsbütün renklenmiş ve güçlenmiş olarak bizi, fizikötesi donanımların yıldızlı harmanisine bürür.” Maneviyatın kalesi ancak bu edimlerle yıkılmaz olur pekişir. ”Oruç, ruhun, madde üzerindeki zaferini ilan için verdiği bir savaşın adıdır.” Çetin geçen bu savaştan galip çıkmak kurtuluşa ermek anlamına gelir. Maddiyata karşı gösterdiğimiz irade, bizi tabiatla baş başa bırakır. Yani kalbin beyne galip gelmesidir. Namaz ise bu edimlerin en önemlisidir şüphesiz. ”Namaz, dinin direğidir.” Hadisi şerifi bize bunu gösteriyor. “Oruçla namaz arasında büyük bir yakınlık vardır. Sanki namaz orucun, insan uzuvlarına yerleşmiş bir ruh olarak, kımıldanış ve kanatlanışından meydana gelmektedir.” Ancak bu kanatlanış, bizim yedi kat göğü yararak miraca ulaşmamızı sağlar.

Diriliş Yolu

“Akan suyun durgun suya üstünlüğünü gibidir, düşünceyi teorik plandan çıkarıp ‘iş’te gösterme” diyor üstad. Teoride kesin gözüyle bakılan planların sonucunu ancak bunu gerçekleştirerek görebiliriz. Dirilişinizin sırrı burada yatıyor. Dirilişin yönetimi teoridekileri hayata geçirmektir. Yani dirilişimiz ancak beş vakit miracımızı uygulamaya geçirdikten sonra bir hayal olmaktan çıkar. Bunu uygulamaya geçirmemek ise diriliş özlemi çeken bir nesil için heyuladır. Ancak bu amelleri yerine getirdiğimizde gök yolculuğumuz başlar. Ancak bu şekilde doğum ışığını yansıtabiliriz insanlığa. Ancak bu şekilde yıkabiliriz Kisra’nın saray duvarlarını ve garbın afakındaki çelik zırhı. Doğum ışığı her kandil gecesi etrafı sarar ve karanlığı deler. “Camide kandil nasıl tapınağın içini aydınlatarak Allah önünde eğilmemizi sağlıyorsa kandiller, kandil geceleri de ruhumuzun tam bir manevi diriliş ve bütünleniş içinde aydınlanmamızı hazırlar ve ifade eder.” Araç ve imkan sıkıntısı çekemediğimiz bu çağda diriliş için bir şeyler yapmamızın vebali büyüktür. “Ey yeni Nesil, Diriliş Nesli, Aslan Nesil, Diriliş Erleri ve Erenleri Nesli, derlen, toparlan, bir araya gelip örgütlen sana verilen haklar bu konum örgütleniş için yeterlidir. Bir araya gelmeniz farzdır sizin için.” Şüphesiz gökkuşağının renkleri de, miraç gecesi yanan kandillerin renkleri de, disko toplarının renginden daha hayırlıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.