11 Mayıs 2016 Çarşamba

Türkiye'deki Kısa Metraj Sinema Algısı Üzerine - Ali Küçük

(Karanfil Fanzin'in 19. sayısında yayınlanmıştır.)

Üzerine uzun süre düşünüp kafa yoracak, saatlerce konuşulacak veya tartışılacak bir kavramı, fikri en kısa sürede görüntülerle zekice anlatma sanatı olarak özetlememiz mümkün, kısa metraj sinemayı. Sinemanın ve sinemacılığın önemli bir parçası olduğu elbette yadsınamaz bir gerçek. Tanınmış çoğu efsanevi yönetmenin geçmişi başarılı kısa filmlerle doludur. Ancak Türkiye’de kısa metraj sinema algısı, herkesin canı sıkıldığında öylesine kamerayı eline alıp hobi gibi uğraştığı veya lise öğrencilerinin cep telefonuyla çekip YouTube’a yüklediği bir takım videolar şeklindedir maalesef. Oysa kısa metraj, başlı başına bir sanattır ve çok büyük bir ciddiyet, disiplin ve profesyonellik gerektirir. Şiir nasıl düz yazıya göre daha kolay görünüp aslında daha zorsa, kısa metraj da uzun metraj sinemadan kolay gibi görünür; ancak zordur.

Uzun metraj sinemada da olduğu gibi kısa metraj sinemada da konu sınırlaması yoktur. Ancak süresi kısa olan her çalışmayı kısa metraj olarak değerlendirmek mümkün değildir. Örneğin köyden şehre ünlü olmak için kaçan genç kızın, şehirde başına gelen kötü olaylar silsilesi gerek sinemamızda gerek televizyon dizilerimizde defalarca işlenmiştir. Uzun metraj sinema filmi olarak bile bu konu tekrar işlenecekse, artık farklı bir anlatım tekniği ve kurgu ile beyaz perdeye aktarılması gerekir. Gel gelelim bir de bu klişeyi kısa metraj sinema vasıtasıyla ele alıp işleyeceksek, işimiz kat be kat zordur. Üzerine gerek hikâye, gerek anlatım tekniği, gerek görsellik, gerek kurgu ve gerekse de zekâ koymaksızın bu konunun kısa metraj sinemada işlenmesi ve çıkan sonucun kısa film olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Bir başka örnekle açıklayacak olursak Atıf Yılmaz’ın ‘Eğreti Gelin’ filmi, ‘Eğreti Gelin’ filmidir. Yapılmış ve bitmiştir. Bu filmi 15 dakikaya sığdırarak tekrar anlatmanın anlamı hem yoktur, hem de bu iş uzun metraj sinema sahasının işidir. Ancak bu filmde işlenen eğreti gelin konusunu, kısa metraj olarak ele almak istersek eğer, en fazla 5- 10 dakika içinde veya yine 15 dakika içinde zekice yollardan meseleyi tek cümle ile anlatarak gayet eli yüzü temiz bir kısa film senaryosu çıkartmamız mümkündür.

Kısa metraj sadece seyirci vasfındaki kimseler tarafından değil aynı zamanda genç yönetmen adayları arkadaşlar için de yanlış anlaşılmaktadır. Birçok genç yönetmen adayı kısa metraj film çekerken yaptığı işi önemsemez, hiçbir şekilde ciddiye almaz. Oysa yaptıkları bu kısa metraj filmler onların sinemadaki anlatım tekniğini geliştirecek ve yine kısa metraj sinema olarak ortaya koydukları bu çalışmalar, onları diğer meslektaşlarından ayıracak.

Christopher Nolan, öğrencilik yıllarında çektiği ‘Doodlebug’ filmi ile adeta ‘Inception’ın ayak sesleri niteliğinde bir kısaya imza atmıştır. Biz bugün ‘Doodlebug’ filmine baktığımızda Nolan’ın boşuna Nolan olmadığını görürüz. Siz kendi filminizin çekiminde “Hollywood filmi çekmiyorum nasılsa” diye çalışmanızda ciddiyeti boş verirken şunu unutmamalısınız: Eğer o film gerçekten iyi olursa Hollywood filmlerini de sizin yönetmeniz gayet fazlasıyla mümkün. Yönetmen adayı kişinin kendi kısa metraj filminde doğru düzgün bir şeye imza atma çabası olmaması zaten başlı başına anlaşılmaz bir konu. Bütün enerjini, motivasyonunu, teknik bilgini uzun metraj filmine mi saklıyorsun? Oysa uzun metraj sinemaya doğru düzgün adım atabilmen ve fırsat kapılarını açabilmen için elindeki projeyi yine elindeki imkânlar doğrultusunda tertemiz bir şekilde bize sunmak ile mükellefsin. Ve yine şu var ki eğer bir gün arzu ettiğiniz noktada olursanız geçmişte altına imzasını attığınız her proje sizin önünüze çıkacak. İşte tam o zaman yaptığınız işleri utanarak mı anacaksınız yoksa gururla ‘iyi ki çekmişim’ dercesine mi, burası çok önemli. Seyircinizin size bir kez daha saygı duymasını sağlayabilecek misiniz? Öte yandan unutulmaması gereken bir başka konu, yukarıda da değindiğimiz üzere, elinizdeki kısa metraj sinemanızın size birçok fırsat kapısını açabileceğidir. Önünüze markaların reklam projeleri, çeşitli klip projeleri konmasını sağlayabilir iyi bir kısa metraj çalışmanız. Projelerinizde daha profesyonel ve tanınmış yüzlerle çalışmanıza da olanak sağlar ayrıca. Bu da sizin ve işinizin kalitesini arttırır.

Kısa metraj ile ilgili tek sıkıntımız sadece bu sahaya yanlış bakmak ile alakalı veya yaşanan senaryo kısırlıkları değil. Bir başka sıkıntımız da şartlarımız gereği elimizde olmayan, olamayan imkânlar üzerine senaryo fikirleri inşa etmek. İyi bir kısa metraja imza atmak için sadece kameraya ihtiyaç yoktur. İyi bir fikre ve o fikrin yapılabilirliğine olan ihtiyacımız en büyük önceliğimizdir. Örneğin şehrin meydanında bir aracın infilak etmesi üzerine kurgulanmış iyi bir kısa metraj senaryo fikrimiz var. Eğer ne arabamız, ne araba kiralayacak durumumuz ne de araba bulduğumuz takdirde sahneyi hayata geçirecek yeterlilikte görsel efekt bilgimiz veya ekibimizde iyi bir görsel efekt uzmanımız yoksa en hayırlısı bu senaryoyu imkanlar oluşana dek ertelemek olacaktır. Doğrusu ise elimizde olan ve ulaşabildiğimiz materyaller üzerine iyi fikirler inşa etmek, kimsenin anlatmaya cesaret edemeyeceği konular kurgulamaktır. Daha sonra şartlarımız el verdiği takdirde ertelediğimiz senaryoya geçebiliriz.

Kısa metrajın, sinemanın önemli bir parçası olduğunu ve başlı başına bir sanat olduğunu yazımızın başlarında değinmiştik. Öyle ki dünyada sadece kısa metraj çeken, kendini yalnızca buna yoğunlaştırmış yönetmenler var. Yani aslında sanıldığı gibi kısa metraj, deneme-yanılma tahtası veya film çekmeyi öğrenme aracı değil. Bir türdür. Genelde yine genç yönetmen adayları kısa metrajı, uzun metraj film çekmeyi öğrenme veya sadece uzun metraja geçilecek bir köprü olarak görürler. Belki de kısa metraj sinemanın toplum tarafından algılanış biçimindeki ciddi yanılsamalar, tüm bunların sonucunda oluşmuştur. Bu durumu edebiyatımızda öykü yazan insanların birçoğunun öykücülüğü, romana geçmek için bir araç görmeleri şeklinde benzeştirmemiz mümkündür. Ayrıca öykü demişken şunu da hatırlatmakta fayda var, kısa öyküler kısa metraj film senaryosu adayları değildirler. Bunun olabilmesi için öykünün, üzerine saatlerce fikir yürütülebilecek bir konuyu veya fikri adeta tek cümlede anlatmışça bir yapısı olması ve görselliğe dayalı olması gerekir. Yani daha net bir ifadeyle; yazı ile değil görüntü ile anlaşılabilir yanı olmalıdır. Yazı ile fazlasıyla anlaşılan, kendini yazı aracılığıyla net bir şekilde anlatmış bir öykü genellikle kısa metraj film senaryosu olmaya yatkın değildir.

Kısa metraj sinemacılık üzerine yazı yazarken, artık kısa metraj sinemanın günümüz dünyasında kendisine daha ayrı ve güçlü bir yer inşa edeceğine değinmeden olmaz. Artık çağ, hız ve kısa süreli olma çağı. İnsanlar her şeye artık internet üzerinden rahatlıkla ulaşabiliyor ve yine internette olan bir şeyi hızlıca seyretmek, çabuk tüketmek istiyor. Bu noktadan baktığımızda kısa metraj sinema filmlerinin üretimi, üretim kalitesi ve seyirci kitlesi her geçen gün daha da artıp yaygınlaşacak diyebiliriz. Yönetmenler ve oyuncular daha fazla kısa metraja yönelecek, sadece kısa metraj yönetmenliği yapan yönetmen sayısı daha da artacak.

Son olarak kısa metraj algısındaki yanlışları belki bir nebze tamir edecek, hatta ters yüz edecek birkaç yerli kısa metraj film önererek yazımı sonlandırmak istiyorum. Artık kısa metraj film yapımında bizim de çıtayı yükselttiğimizin herkes tarafından bilinmesi için özellikle yerli yapımları seçtim. Filmleri, yönetmen isimleriyle beraber Google üzerinden veya vimeo.com sitesinden arattırarak bulmanız ve izlemeniz mümkün. Unutmayın, kısa metraj şiir gibidir.

  • Mod – Yönetmen: Deniz Tarsus
  • I-II-III-IV – Yönetmen: Ozan Sihay & Tufan Şimşekcan
  • Bir Kaplumbağa ile Tavşan Hikâyesi – Yönetmen: Abdulbaki Yavuz
  • Mola – Yönetmen: Kaan Ünalmışer
  • Etki – Yönetmen: Tufan Şimşekcan & Ozan Sihay & Ali Yılmaz
  • Jurnal – Yönetmen: Abdulbaki Yavuz
  • Bank – Yönetmen: Tunay Sevinç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.