16 Şubat 2016 Salı

Suçlu - Tuncel Ergün

(Karanfil Fanzin'in 18. sayısında yayınlanmıştır.)

Kapıyı açmayacaktı. Açtı.
Her cumartesi olduğu gibi dağ evi telaşı. Havalar soğumaya başlamış, radyodaki haber spikeri fırtınanın yaklaştığını söylese de,  millet yaz yiğidi gibi teker teker damlamaya başlamıştı. Pırıl pırıl bir güneş hiç de böyle söylemiyordu.

Çok değildik topu topu beş kişi. Herkes işinde gücünde esnaf. Bunca ömre rağmen kendilerini arayan, bir türlü bir yere oturtamayan orta yaşlı faniler topluluğu. Geldiğimizde ev sahibi ilerlemiş yaşına aldırmadan odun kırmaya çalışıyordu. Oyun kurucumuz. Belki de en okumuşumuz olduğu için, onu oyun kurucu seçmiştik. Hiç evlenmemişti. İş hayatında bir düzen tutturamamış olsa da paraya bakış açısı hiçbir zaman tutku haline gelmemişti. Para her şekilde kazanılırdı önemli olan onu huzurlu bir şekilde yiyebilmekti. Yiyemedikten sonra paranın ne önemi vardı. Babadan kalma bu kocaman evde vakit geçirmeyi seviyordu. Şehre bir hayli uzak, kolay kolay bulunamayacak bir inziva yuvası. Bazen geceyi burada geçirir ama çoğunlukla herkes gecenin sonunda evlerine giderdi.

Her hafta yeni bir oyun. Çoğu zaman kahkahalarla sonuçlanan, bazen ortasında sıkılıp herkesin uyuduğu ama yine de oynanan oyun. Hem, hayat bir oyun değil miydi?

Akşam oluyordu. Bulutlar kararmaya, rüzgar bahçedeki ağaçları iyiden iyiye sallamaya başladığında biz de içeriye kaçtık. Yatsı vakti, yemekler yenmiş, ev sahibinin hırkaları üzerimize geçirilmiş namaza başlamak üzereydik. Dışarıda fırtına dendiği gibi çıkmış. Yağmur şiddetli bir şekilde ortalığı silip süpürüyordu. Eczacı duydu sesi. Kapı çalıyordu. Bu saatte kim olabilirdi bu ıssız yerde.

Ev sahibi, tedirgin açtı kapıyı. Üstü başı sırılsıklam olmuş, yüzünde mahcup bir tebessümle “Arabam arıza yaptı. Telefonunuzu kullanabilir miyim” diyen biri duruyordu. Elli, ellibeş yaşlarında olmalıydı, saçları dökülmüş, klasik takım elbiseli, ertesi günü görseniz yüzünü hatırlayamayacağınız bir tipti. Soğuktan ellerini ovuştururken bir köpek yavrusu kadar masum görünüyordu.

Buyur etti ev sahibi. Elbiselerinden akan yağmur, fırtınanın ne kadar şiddetli olduğunu gösteriyordu. “Ben size önce bir havlu getireyim” dedi ev sahibi.

Kurulandı, evde bulunan kuru giyecekler verildi, bu giysilerle ilk gördüğümüz kişiden daha farklı birine dönüşmüştü. Yemeğini yerken biz yatsı namazını kıldık. Bu saatte, buraya telefonla kimseyi getiremeyeceğini o da tahmin etti. Fırtına azalınca arabasına bakmayı teklif ettik. Kabul etti.

Ev sahibimiz çayları getirdi. Oradan buradan derken, “Biz dedi” ev sahibi “Her hafta bir oyun oynarız. İsterseniz siz de dahil olun, isterseniz bizi seyredin.”

Kendini ortamda rahatlamış hisseden misafirimiz olabileceğini söyledi. “Bu haftaki oyunumuzun ismi;  suçlu” dedi eczacıya bakarak. Eczacı ile bir problemleri vardı. Son zamanlarda birbirlerine imalı sözler söylüyorlar ama kimse sınırları aşmıyordu. Kurallar basitti, bir kişi suçlu olacak, bir avukat, bir savcı, bir hakim ve kalanlar şahit.

Çöpler çekildi. Suçlu misafir, hakim eczacı, avukat ev sahibi, savcı ve diğerleri şahit.
Önce oyunu kurgulamamız gerekiyor, suçlunun ne suç işlediğini bilmemiz gerekiyordu. Sandalyeler çekildi hakim masanın başında, suçlu tam karşısında, sağında solunda savcı ve avukat ve biz.
Avukat; “Bu güne kadar hiç suç işlediniz mi?” diye sordu misafire.
“Hayır” dedi misafir “Eğer trafik cezalarını soruyorsanız çoktur.” Diye devam etti.
“Biraz tanıtır mısınız kendinizi” dedi avukat.

“Büyük bir firmanın satış müdürüyüm. Ömrüm yollarda geçiyor. Belki birkaç personelle işini düzgün yapmadığı için tartışıp çıkarttığım olmuştur ama tazminatları da ödenmiştir. Onun haricinde bir suçum yok. İki kızım var üniversiteye giden, eşim... eşimi üç yıl önce kanserden kaybettim”
Kaybettim der demez, savcı “ Eşini bu adam öldürdü hakim bey” deyiverdi.
Buz gibi bir hava esti ortamda.  Hakim “Oturuma on dakika ara veriyorum” dedi.
Misafir önce afalladı, gülmekle gülmemek arasında yerinden kalktı. Pencereye baktı. Yağmur hiç durmamış daha da kötüleşmişti. Şimdi izin isteyip gitmek istediyse vaz geçti. Bekleyecekti. Avukat çağırdı kendisini. Biraz sohbet ettiler. Ben şahittim duyuyordum söylenenleri. Adama o acı günleri tekrar hatırlattığımıza üzüldüm . Suçlu değildi.

Oturum tekrar açıldı. Avukat müvekkilini savundu. Suçlu olamayacağını sekiz yıl gibi uzun bir süre eşinin hastalıkla boğuştuğunu ve sonunda yenildiğini anlattı.

Takdir-i ilahiydi. Kimse engelleyemezdi. Sonuç değişmezdi.

İtiraz etti savcı. “On bir yıl önceye dönelim hakim bey” dedi. “ Hastalığın ilk başladığı zamanlara, bu adam” Bu adam derken işaret parmağını gerçekten bir suçluyu gösterir gibi yaparak, “ Bu adam, hayat arkadaşım dediği, o çok sevdiğini söylediği eşini ihmal ettiği için öldü. İşini eşine tercih etti. Yeterince ilgi göstermiş olsaydı ölmeyecekti”

İtirazlar peş peşe geldi. Ara sıra bize soruyorlardı. Biz suçunun olmadığını ama çok seyahat ettiğini dönem dönem izin aldığını eşinin yanında olduğunu söylüyorduk.

Bir saat mi geçti. İki saat mi bilmiyorum. Laboratuvarda bir fareyle deney yapar gibiydik.
Dışarıda fırtına, içeride fırtına, ağır bir suçluluk hissinin kapladığı saçma sapan bir gece yarısına yaklaşılıyordu.
Oyunun sonuna gelindi. Hakim elindeki çatalı tabağa vurarak “Karar için on dakika ara” dedi
Kendini daha yakın hissettiği için avukatın yanına giden misafir; “ Müsaadenizle ben ayrılmak istiyorum. Oyunda olsa bu yapılanlar haksızlık”

Kimsenin kendisini gerçekten suçlamadığını bunun bir oyun olduğunu anlattı avukat. Merak etmeyin birazdan arabanızın yanına gideriz dedi.
Hakim karar için yerini aldı. Bir süre konuşmadı.
Adamın gözleri hakimde, benim gözlerim adamda.
Hakim “Karar verilmiştir” dedi yorgun ve boğuk bir sesle. Elindeki kurşun kalemi kırarak;
“İdam”

Adam kafasını gergin bir şekilde sallayarak “Mutlu musunuz” dedi.
Ev sahibi ve savcı adamdan özür dilediler. Gönlünü almaya çalıştılarsa da adam bir an önce gitmenin telaşındaydı.

İki kişi ve adam, misafirin arabasını bulmak için dışarıya çıktılarsa da on beş dakika sonra geri geldiler. Ağaç devrilmiş yol tıkanmıştı. Bu gece burada konaklayacaklardı.

Adama kendi yatak odasını verdi ev sahibi. Kimimiz oturma odasında kimimiz aynı zamanda mutfak olan geniş odada yattık.

Sabah namazına kalkıldığında kimse bir tek kelime etmedi.
Saat dokuz gibi kaldırmak için gittiğimizde bulduk.
Ahşap tavana asmıştı kendini.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.