Peşinen bildirelim ki, Türk şiirinde her şeyden önce, zaman ve mekan gözetmeksizin irtibatlı bulunan tek bir merkez var: Müslüman olmak. Çünkü mutlak doğruyu ve mutlak güç sahibini anlama, anlatma gayretiyle, insanoğlunun bu dünyada neye tekabül ettiği sorusu üzerinde ilerliyoruz. Şiir adına giriştiğimiz her iş, her teçhizat, mutlak anlamda güzel olanı — doğru olanı, daha güzel ve daha doğru bir biçimde dile getirmektir. Şiirin ve şuurun, estetiğin ve düşüncenin birlikte olması gibi güzellik ve doğruluk da birbiri ile temas halindedir. Şiiri en basit ifadesiyle güzel söz söyleme işiyse eğer, güzel olan da iyi ve doğru ise, iyi ve doğru olan İslam ile birlikte bulunduğuna göre meselemiz gün ışığına çıkmış bulunuyor.
Biz merakımızı kaybettik ve o kaybediş ile birlikte oluşan boşluğu hayret etme ve hayret edileni monte etme metodunu kullanarak doldurma çabasına giriştik. Şiirimiz şairini aramaktadır. İşte bu yüzden şiirimiz Amerika’ya kafa tutamıyor. Çünkü şiirimiz belediyeleşti. Sezai Karakoç’un şu cümlelerini iktibas ederek bu meseleye virgül koymak isterim.
“Benim şiirim, aşk, hürriyet, yaşayış ve ölüm gibi varolmanın dinamitlendiği noktalardaki trajik espriyi, irrasyonele ve absürde bulanmış mutlakı zaptetmektir. Gittikçe şiirde bunu yapmak istiyor şiirim.”Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları II, sf. 36
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.